bir ekmekle 40bin kişiyi doyurdu

‘yaklaş’ diyor kızıl sakallı ihtiyar; ‘yaklaş da tadına bakayım senin’.

Yaklaşıyor küçük kız.

Daha 17 yaşında. Sokuluyor koynuna doğru.

Kendinden geçiyor adam. çekiyor taze et kokusunu içine.

Taze et, beyaz et.

‘verdiğim paraya değecek’ diye geçiriyor içinden adam.

‘evet’ diyor kız,

‘aldığım paraya değecek’…

Sakalları batıyor taze tenine, ufak çizikler açıyor bedeninde,

İlk seferi değil adamın, saymayı çoktan bıraktı çizip attığı bedenleri,

ilk seferi küçük kızın, daha saymaya başlamadı sırtındaki çizikleri…

Üç paraya kendini satan/satmak zorunda kalan orospuların dünyasında, beş paraya mutluluk satın alan/satın almak zorunda kalan ağaların parıl parıl ışıldayan, sapsarı dişlerinden birer parça ekmek kırıntısı kapmaya çalışıyorum. Ben bir pezevengim. Bana sorarsanız tüccarım. Tacirim. Şahıs şirketiyim. Bankacılar kapıda, ayakta, önleri ilikli karşılarlar beni; ayağıma gelmedikleri zamanlarda. Belki hesabımdaki paraya bakarken de önlerini ilikliyorlar, ağızlarının kenarlarını siliyorlardır. Ne iş yaptığımı biliyorlar, tüccarım ben. Kadın satıyorum. Genç kadınlar satıyorum. Erkeklere satıyorum. Yaşlı, paralı erkeklere. Yukarıda, en başta yazdıklarım, benim küçük kadınlarımdan birisinin, A….’ nin satırları. Evinin odasında bulduğum satırlar. Daha 19 yaşında, kendi evinde, günler ve geceler boyu kazandığı ve dibine kadar hak ettiği parasıyla satın aldığı, kendi evinin odasında yazdığı satırlar. benim bulduğum satırlar. Ve bulduğum sadece bunlardan ibaret değildi. Ufak tefek kağıt parçalarına yazılmış onlarca ufak not, hikaye, şiir…

ve bu kağıt parçalarının durduğu çekmecenin karşısındaki duvarın dibinde, ondan arta kalanlar.

Çok acı çekmiş miydi… çok uzun sürmüş müydü… çok ağlamış mıydı… tecavüze uğramış mıydı… sonradan öğrendim bunların hepsini, tek tek anlattı her şeyi genç adam. Her şeyi…